Dağınık ama doğrudan; geleceğin umutsuz akustik rock’ına dair bir ipucu.
81
After the Gold Rush muhtemelen bir evin bodrum katında kaydedilen ilk multi-platin albüm olabilir. Daha önemlisi ise böyle hissetirmesi. Neil Young, sonraki 50 yılı aşkın süre boyunca kendisini tanımlayan bir tarza yerleşti: Sezgisel, doğrudan, biraz dağınık ve genellikle daha derin yaratıcı gerçekleri yansıtan güvenilir bir çizgi. Genç ve yetenekli gitarist Nils Lofgren, piyanonun nasıl çalındığını bilmediğini söyleyerek teklifini geri çevirdiğinde, Young tam da böyle bir piyanist aradığını söylemişti.
Young, 60’ların iyimser havasının Vietnam Savaşı ve ekolojik yıkım gibi gerçeklerle dağıldığı bir anda, After the Gold Rush ile daha sessiz ve daha umutsuz bir yere çekilerek çevresiyle ilişki kurmaya yönelik farklı bir adım attı. Ortaya çıkan sonuç, Elliott Smith’ten Bon Iver’a kadar farklı isimlere ilham verecekti. James Taylor ve Joni Mitchell sofistike çizgilerini korurken, Young tüm gün boyunca “burning ve turning”, “fly ve sky” kelimeleri arasında kafiyeler kurgulayacaktı.